ARKADAŞLARI
LADİKLİ AHMED AĞA
Torununun dilinden hatıraları aşağıdaki link de
http://www.ladikliahmedhudai.com/menkibeleri.htm#Lâdikli_Âşık_Ahmet_Hüdâî_(Ahmet_ELMA,_Erhan_KAYA)
ABDULLAH SARAÇOĞLU| >1924-2001
Kayserinin tanınmış din alimlerinden Saraçoğlu Abdullah Efendi 1914 yılında Kayseri’de doğdu.İlk ve orta tahsilini Yozgat’ta yaptı.Bu arada hususi olarak din eğitimi almaya başladı.6 yıl boyunca babasının devam ettiği bir ilim meclisine hizmet etti.İki tahsili bir arada yürütmenin zorluğunu gören babasının tavsiyesi üzerine kendisini tamamen din tahsiline verdi.
Henüz 15 yaşında iken dini tedrisata girerek Toroslu Haşmet Efendi,Sağır hoca Efendi,Hamurculu Nuh Efendi ve zamanın Yozgat Müftüsü Mehmet Hulusi Efendilerden sıra ile sarf,nahiv,cami, feraiz ve fıkıh dersleri okudu.Daha sonra medrese de babasının da hocası olan Külahçı zâde Hacı Ali Efendiden Cami’nin bir kısmı ile Farsça,Kelam,Akaid,Fıkıh,Hadis,Tefsirden parçalar,adab ve aruz tahsil etti.Bilahare Merhum H.Hüseyin Aksakal hocadan bazı derslerin tekrarı ile Tefsir,Kelam,Fıkıh,Muhtasar ,Akaid ve Hadis dersleri okuyarak icazet aldı.
Kayseri de bulunduğu sırada askerlik görevini tamamladı ve ticaret meşgul iken Hocası H.Hüseyin AKSAKAL Efendinin dini hizmete daveti üzerine,1951 yılında Ankara’da Müftülük imtihanını kazanarak,aynı yıl ‘müsevvit ' olarak Kayseri Arabça,Kalem,Akaid,Din Dersi ve Siyer okuttu.
Büyük doğu Fikir kulübünün Kayseri Şubesinin kurulmasında öncülük etti.Sohbetleriyle,gençlerin kişilik sahibi ve vakur birer insan olarak yetişmeleri için çalıştı.
Abdullah Saraçoğlu Hoca efendi 1966 yılında Bursa Müftülüğüne tayin oldu.Bursa Müftülüğü münhaldı.Bursa’lılar sevecekleri,güvenilir bir müftü istiyordu.Bu amaçla Din İşleri Yüksek Kurul üyesi İbrahim Eken hocaya müracaat ettiler.Eken Hoca onlara Emsile,Bina ve Maksud’u Müsevvidi okuduğu,Hocam dediği ve hürmet duyduğu Kayseri Müftülük müsevvidi Abdullah Saraçoğlunu tavsiye etti ve bunu hoca efendiye duyurdu.Ancak Saraçoğlu “ben memleketimden başka yerde yapamam” diyerek kesinlikle bu teklifi kabul etmeyeceğini bildirdi.
Kayseri’de evi,bağı ve maaşı dışında geliri de olan hoca,kimseye muhtaç olmadan geçim düzenini kurduğu Kayseri’den ayrılmamakta haklı idi.Ama Diyanet İşleri de hocadan ilmine-ehliyetine uygun yerlerde faydalanmak istiyordu.Ankara’ya çağrılarak buradaki hatırlı hemşerileriyle görüştürerek ısrar ettilerse de hoca yine kabul etmedi.Neticede memuriyet makamının gereğini yapan Diyanet İşleri’nin “Bu bir talimattır,uymak zorundasın” teklifi üzerine kabul etmek mecburiyetinde kaldı.Bursalılar illerinde görmeyi istedikleri hoca efendinin tayinin üç gün içinde yaptılar.Bursa’da göreve başlayan Saraçoğlu Hoca,burada pek çok faaliyetlerde bulundu.Önce bid’adlardan camiyi temizledi. Mevlid’in camilerde,mübarek gecelerde ve cenazelerde ibadet haline getirilmemesini söyleyerek,ibadet niyetine okunmasına karşı çıktı. Mevlit Peygamber Efendimizin (s.a.v.) ‘in en büyük
mersiyesidir.Ancak ibadet olsun diye değil,dini haz almak,”Hz.Peygamber (s.a.v.)’in menkibelerini,sünnetlerini ve O’nu hatırlamak için okunmalıdır.”diyordu.Salavat’ı Şerife’nin de camilerde vacipmiş gibi okunmasına karşı idi.Salat-ı Münciye mağribi gibizatın Peygamberimiz (s.a.v.)’in lisanından tertiplediği Salavat_ı Şerife mecmasındanki salavatlardan biri olan ve dyua halinde görülen Salavat-ıŞerife’nin okunmasına değil,vacipmiş gibi camilerde namazlarda okunmasına karşı çıkıyordu.
Hocanın karşı çıktığı bir diğer uygulama ise camide namazlardan evvel sünnetinin kılınması ile farz namaz arasında ihlas okunmasıdır.”Peygamber’de,ashabında ve sünnette böyle bir şey bulunmamaktadır.İhlas okunurken sünnet namazını kılanların namazı teşvik gibi oluyor,Sünnet kılmaya başlayacakları tereddüde sevk ediyor.Zira okunan Kur’an’ı dinlemek farz, kılınan namaz sünnettir.Cemaat sünnet namazı kılsa Kur’an’ı dinleme farzına riayet etmemiş olacak, Kur’an dinlese sünnet namazını kaçırmış olacak.Bu sebeple sıkıntıda kalıyor.diyordu.
Bursa Müftülüğü sırasında çok sayıda faaliyete imza atan hoca efendi,fukarayı korumaya çalıştı,zenginlerin müftülüğe olan tahakkümlerini kırdı.Hakiki ilim sahiplerinin desteği ile önemli hizmetler gerçekleştirdi.Ancak bazı takım menfaatçilerle ve hocayı istismar vasıtası yapamayan bazı politik güçlerle uğraşmak zorunda kaldı.
Saraçoğlu hoca Bursa’dan,İzmit Müftülüğüne tayin edildi.İzmit’te de irşat,tebliğ ve birleştirici görevini hakkı ile ifa eden hoca 1974 yılında Kayseri Müftülüğüne atandı.Gelişi Kayseri’de büyük bir memnuniyet yarattı ve kendisi büyük bir coşkusuyla karşılandı.<otoriter ve tavizsiz bir din alimi olan Saraçoğlu,Müftülük Makamını layık olduğu hürmete değer bir konuma kavuşturdu.Din İşleri Tetkik Kuruluna alındı.1978 yılında kendi isteği ile Emekliye ayrıldı.
Hiçbir zaman ucuzluğa ve çirkinliğe göz yummayan,hür fikirli,doğru bildiğini her zeminde her zaman dile getiren,vaazları,sohbetleri,davranışları ve hayat tarzı ile insanların saygısını kazanan Abdullah Saraçoğlu Hoca Efendi 12 Nisan 2001 tarihinde Kayseri’de vefat etti.
-------------------------------------------------------------------------------------------
YENİ DÜNYA DERGİSİ
Efendim, Gönüller Sultanı Hacı Hasan Efendi Rahmetullahı Aleyh ile yakın dostluğunuz olduğunu biliyoruz. Tanışıklığınız nasıl başladı?
Dostum Yahyalılı Hacı Hasan efendi ile münasebetlerimizi tesbit etmek istediğiniz, böyle bir fırsatı verdiğiniz için evvela size teşekkür edeyim. Hacı Hasan Efendi ile Ben Bağdat’tan ihtisastan döndükten sonra 1958 senesinde tanıştım.
Beni Yahyalı’ya davet etmişti ilk tanışmamızda. Kayseri den Yahyalı’ya gidecektim. Randevumuz vardı. Tahminen 1958 yılında. O zaman Yahyalı’ya vasıta yoktu. Benim de gitmek için özel arabam yoktu. Otobüsle gidiyordum. Otobüs sabah namazından sonra hareket ediyor erken saatte. Evvela Develi’ye uğruyor sonra Develi’de dinleniyor, öğle namazını kılar kılmaz camiinin önünden Yahyalı’ya hareket ediyordu. Ben de, bir yaz günü, evden çıktım. Sabah namazından hemen sonra . Otobüse yetişeyim diye. Bu hatıraların içerisinde bazı nükteleri de temin etme bakımından ehemmiyetli bir nokta var. Onu arzetmek istiyorum; evden çıkarken kahvaltı yapmamıştım. Otobüse bindik Develi’ye vardık. Develi’de bizi karşıladılar. Çok mutlu olduk. Çay dediler kahve dediler falan dediler nihayet öğlen oldu. Öğle namazına girdik. Yahyalı otobüsü kalkıyor dediler. Develililer ayağa kalktı “Olmaz hocam nereye gidiyorsun Develi’mizin bir cıvıklısını yemeden” dediler. Şimdiye kadar ne durdunuz, bak ikinci bir vasıta yok dedim, oradan da hareket ettim. Yine bir şey yememiştik. Develi’den otobüs ikindiye yakın bir zamanda Yahyalı’ya vardı. Hacı Hasan Efendi Kirazlı yakınlarında Yahyalı suyunun Dereköy’den gelen bölümüne, orda bir bahçeye, İki tane özel çadır kurmuştu. Çadırın birisi Hacı Hasan Efendi ile bana mahsustu. İkimiz oturacağız ve ben orda bir gün bir gece misafir olacaktım. Birisi de hizmet edecek arkadaşlarımız vardı, onlar için yapılmıştı o derenin suyunu da bahçenin kenarındaki arka tutmuş önümüzden akıyordu. Çok güzeldi. Biz oraya ikindiye yakın vardık. Bizi karşıladılar buyurun dediler burası bizim çadırımız. Bu çadıra yerleştik. Burası da arkadaşlarımızın çadırı onlar da büyük hürmet içerisinde bizi karşıladılar mutlu olduk. Bahçe güzel, hava güzel, her taraf güzel. Yahyalı ağaçlık malum. Bahçelik bağlık bir memleket. Hacı Hasan Efendi bana çay mı alırız kahve mi alırız, kahve içer miyiz falan diye sorarken, “yok efendim Develi’de içtik” dedim. Ben Yahyalı’ya ilk defa gidiyordum. Nasıl buldunuz Yahyalımızı? Diye sordular, Bunun üzerine dedim ki: “Hacı Hasan Efendim elhamdülillah, çok güzel memleket, yalnız açlığına dayanabilirseniz” Onun üzerine derhal Hacı Hasan Efendi seslendi, derhal bir kahvaltı geldi bize. Bu hadiseden sonra: “Dışarıdan gelen her misafirime nasılsınız diye sormadan bir ikram çıkarır oldum” derlerdi. Çünkü ikindiye kadar hiçbir şey yemezseniz açlık sizi rahatsız etmeye başlıyordu. Bir latife tarzında fakat Hacı Hasan Efendinin bir adetine sebep oldu bu. Onunla orada iki bereketli gün geçirdik. Allah selamet versin. O dostlarımızın da, çoğu ahirete intikal etti, hizmet edenlerin hizmeti bir başkaydı Allah ömürler versin. Ondan sonra Hacı Hasan Efendi ile münasebetlerimiz hiç eksilmedi o kadar ki Kayseri’ye geldiğinde mutlaka bana da uğramak ister ve zaman zaman Yahyalı’ya davet eder ben Yahyalı‘ya bir çok zaman gittiğim vakitte onda misafir kalırdım.
Evlerinde misafir oldunuz mu Efendim?
Evlerinde misafir olurduk, eski evlerinde uzun zaman kalmamız mümkündü. Hacı Hasan Efendimizin, Hafız Ahmet isminde hem yeğeni hem damadı olan biri vardı. Çok iyi bir kardeşimizdi. Fakat bir hastalığa müptela olmuştu. Ayağı kangren olmuştu. Ayağı kesilmişti, ızdıraptan da duramıyordu. Hatta o kadar ki “hocam gelmezse ben rahat edemiyorum.” dediğini işittim. Özel olarak birkaç kere Hafız Ahmet’i ziyaret maksadıyla yine gitmiştim. Fakat tez zamanda genç halinde Allah rahmet eylesin bir oğul evlat bırakmak suretiyle rahmetli oldu Hafız Ahmet. Oğlu büyüdü şimdi kitap gibi oldu maşallah.
Efendim, ‘münasebetimizin merkez noktası budur’, diyebileceğiniz bir vakıa var mıdır?
Evet, Hacı Hasan Efendi ile münasebetimizin asıl mühim noktası diyebileceğim çok mühim bir hâli vardır. Keştelic’e beni bir davet etti. 60’lı seneler içindeydi. Gittim. Çünkü o davet edince gitmemezlik edemezdim. Davete gittim. İzzeti ikramda bulundu. Arkadaşlarla dağıttı. Kesteliç şelalede fakat o şelalenin üzerinde bir mağaradan iner su. Kesteliç Yahyalı’nın bir kasabasıdır. Yahyalı’dan sonra Kirazlı sonra da Kesteliç gelir, Dereköy’e doğru yol kenarında. Sonra o cevizlerden hiç kalmadı ama o dereden şelaleye varıncaya kadar ceviz ormanı vardı o zaman. Yahyalı’nın ceviz bölgesi denebilirdi oraya. Benim ceddimden birisi; sekizinci ceddim Hacı Mücellid Hoca dedikleri medresesesi olan zat idi. Onun için Kesteliç bana yabancı gelmiyordu. Yukarıya varınca yemekten evvel dedi ki Hacı Hasan Efendi “burada derenin içerisinde uzunca boylu bir mağara var, ben cesaret edip giremedim, sen girebilir misin” diye bir latife yaptı. “Elbette, dedim hadi girelim” ama çok tehlikeliydi. Şöyle bir dik ikinci bir kaya var arada elli santimlik bir boşluk var ayağınız kayacak olursa şelalenin altını bulursunuz. Oradan dayana dayana 5 metre kadar yukarıya gidecek mağaraya öyle girecektiniz hala giriş de öyledir. Herkes de giremez. Biz mağaraya girelim dedik, bir iki arkadaş da bize refakat etti. Çıktık, mağaraya giriyoruz latifeler birbirini takip ediyor. Allah gani gani rahmet eylesin o bana diyordu ki “Hoca Efendi dikkat et tek başına çok gitme, mağara içinde dışarıya çıkan sivri kayalar var, parçalarsın elini yüzünü. “Allah razı olsun ben dikkat ederim ya sen de ayağını sağlam bas, yosunlanmış kayalardan kayıp da düşmeyesin” diyorum.
Bu kadar tatlı latife arasında insanın korkmak aklına gelmez herhalde Efendim..
Evet, tarif edilmez bir letafet ve şetaret içinde, ellerimizde sadece elektrik lambaları yürüyoruz. 200 metreden fazla yürüdük o mağara bir höyüğe girdi. Bir hole girdi öyle bir hol ki genişliği 5 metre kadar uzunluğu da aşağı yukarı 10 metre kadardı. Yüksekliği ise 6 metre vardı. Sağ taraf kuzey tarafından sadece bir delikten ışık geliyordu o yüzden aydınlıktı mağara. Hayret ettiğim bir manzara vardı. Orası duvar gibiydi. İki metre kadar yükseklikten bir delikten bir değirmenlikten fazla bir su akıyor, su o holün içinde 5 metre yürüyor, bir delikte ikinci bir delikte kayboluyordu sonra o su şelale olarak Kesteliç’te bizim indiğimiz kayanın üstüne çıkıyordu. Görüyorsunuz onun sağ tarafında köşede sanki elle yapmış gibi. Üç veya dört kademe basamak gibi dörtte bir daire şeklinde köşede bir nokta vardı. Her basamak 50 cm kadar yüksekliğindeydi en yüksek noktasında köşede bir su kaynıyordu. Onun üstünü topluyor böyle akıtıyordu üstüne sanki, bir başka manzara veriyordu. Çok enteresan bir sahaydı o Torosların içinde o meşhur Kesteliç mağarası. Ben dedim ki: Hacı Hasan Efendi müsaade edersen ben buranın içindeki kumdan biraz almak istiyorum.” “Tabi” dedi, mendilimi çıkardım birkaç avuç içinde süzüle süzüle öyle güzel kum birikmiş ki o şeyden akan kısım da bir çeşme miktarında. Fakat akıyor beri tarafta döküldükçe hem kendini ıslatıyor hem de nasıl suyu hani bazı parklarda hem yukarı hem aşağı akan havuzlar var ya bu manzara onun gibiydi ve mendilimin içine bir miktar koydum, dört tarafını da bağladım bana lazım olacak dedim. Ve biz latifeler içinde orayı gördük, o dağların içinde neler olduğunu anlamaya çalıştık.
Efendim, çok tehlikeli bir yolculuk anladığımız kadarıyla, zorluklar yaşandı mı?
Evet, tabii, sayısız ikazlar gördük Hacı Hasan Efendiyle beraber, tekrar çıktık yine oradan aşağı indik elhamdülillah kaymadık. Dönüşte Yahyalı’nın vaizi Hacı Hasan Türkmen vardı, İpek Hoca derlerdi o da vardı bizimle beraber orada Allah rahmet eylesin, o da Hacı Hasan Efendiydi ancak o vaizdi Yahyalı’da çok sevdiğimiz bir kardeşimiz idi rahmetli. Dönüşte Yahyalı ya giderken Yenice mahalle var. Yenice mahalle’de evi vardı İpek Hoca’nın. İpek Hoca’nın evine oturduk, akşam namazını orda kılalım dedik, çok hoş mübarek bir insandı Allah rahmet eylesin. Biz sohbet ederken Hacı Hasan Efendi dedi ki “Hoca efendi, bir hikmet var herhalde senin bu kum alışında, kuma ortağım haberin olsun” dedi “hay hay” dedim. Taksim et dedi ama adaletle taksim et dedi.
Nasıl taksim ettiniz Efendim?
Kendisi yol gösterdi: “Zihnindeki herhangi bir şüpheyi giderebilmek için bir sünnetin tatbikatını yapsak olur mu” dedi. Buyur, dedim. “Sen taksim et ben istediğimi alayım, ben taksim edeyim sen istediğini al” dedi. Hangisini önerirsen onu yapalım dedi. Böyle deyince Hacı Hasan Efendi o büyük ferasetiyle. “İşte Hasan Efendi dedi buna ilim derler” dedi, bundan daha adilane bir ilim tasavvur edebilir misin? Öyleyse sen taksim et ben istediğimi alayım dedi. Olur dedim, İpek Hoca’ya bir kahve fincanı getirir misiniz dedim. Kahve fincanıyla bir oraya bir oraya döktük taksim ettik, beğen hangisini alırsan al dedik. Ötekini yine mendilime sardım getirdim.
Mühim kısmı şimdi anlatacağım. Bunun geçmiş bir vakası var. Bu dediğim uzun yıllar önce. Teknik üniversitede sınıf arkadaşım vardı, doğulu. Yakup isminde. Çok iyi bir elektrik mühendisi oldu sonra. O arkadaşım aşağı yukarı 60 küsür senelerinde ,15 sene birbirimizi görmemiştik ziyaret için geldi hatta 18 sene sonra.. “Ooo hoş geldin Yakup dedim fakat zaman zaman o kumu masanın üstüne yayar seyreder hatıraları anardım sonra tekrar kapatır dolaba koyardım. Hacı Hasan Efendi de böyle yaparmış kendisi öyle diyordu. Yakup bugün burada kalacağım ben dedi. İyi, bugün misafirimiz ol dedim. Ancak Yakup yapı itibariyle İslami düşünceye biraz uzaktı hatta inkar derecesindeydi peygamberi inkar eder mertebede bir hali vardı. Yakup oturuyordu evimizde şimdiki 27 Mayıs dediğimiz caddenin üzerindeydi ev. Otururken Yakup sana bir şey göstereceğim dedim sehpanın üzerine o kumu serdim. Bak bakalım Yakup ne görüyorsun burada dedim. Hiçbir şeyi izaha imkân yok. Mümkün olmayan bir hadise oldu. Yakup baktı baktı. Yarım saat ne o söyledi ne ben söyledim. İbrahim dedi Yakup, başladı ağlamaya. Ne olursun dedi, ben şimdi Müslüman oldum bana imanı telkin eyle dedi. Ve o hadiseden sonra Yakup Müslümanlara o kadar hizmet etti ki tahmin edemezsiniz. Türk Petrolün genel müdürlüğünü yaptığı sırada onun sayesinde oradaki vazifeli her kademedeki insanlar rahat etti. O gün kelime-i şehadet getirttirdim Yakub’a. O günden sonra Yakup maşallah ne bir vakit namazını geçirdi, ne de içinde başka düşünceler kaldı. Yalnız Müslümanların dostu oldu. İşte bu, Hacı Hasan Efendiyle münasebetimizin sırlı bir köşesiydi.
Efendim, o kum duruyor mu hâlâ?
Onu anlatacağım. Telefon edeceğim, hadiseyi anlatmak için, fakat iki gün geçmedi kum kayboldu, 10 sene kaybolmamış o gün kayboldu. Hacı Hasan Efendiye telefon ettim, dedim ki “benim kum kayboldu, geleceğim seninkinin yarısını paylaşacağım” “İki gündür benimki de kayıp, nerede bilmiyorum” dedi. “Artık o vazifesini yaptı gitti” dedi. Sorma taraflarımız hiç yoktu. Son sözü söyleyince sormazdık artık.
Efendim, Ali Ramazan Dinç Hoca Efendiyle münasebetiniz oldu mu?
Ramazan Efendi oğlumuzla 4-5 sene evvel Medine-i Münevvere’de bir umre sırasında görüştük. “Aman hocam gelemiyorum, affet beni halbuki ziyaretinize gelmemiz lazım” diye özür beyan etmişti. “Yarın Eken Hoca gelecek dendiği zaman babam bütün Kavacığı vazifelendirir, bütün Kavacığı temizlettirirdi.” diye anlattı. Allah kendisine selamet versin.
Amin Efendim. Hacı Hasan Efendi ile haccetme imkânınız oldu mu acaba?
Elbette. Bir çok hac mevsiminde beraber bulunduk, bir seferinde mühim bir vakamız vardı. Ben ikindiden sonra akşam namazını beklemek üzere Harem-i şerifte Kabe-i Muazama’da Altınoluğun karşısında yerde mermerin üstünde arka tarafta bina altına çıkmadan, oraya gölge basar çünkü, akşam namazını bekliyorum. Diz çöktüm seccademi serdim o zaman hac mevsimleri bu kadar kalabalık olmazdı . Bir baktım Hacı Hasan Efendi geldi, yanıma oturdu. Ali Ramazan Efendi evlatları da var yanında, onlar arkaya duvara yaslandı oturdular, konuşuyoruz . Kendisine bir nokta sordum, bir ahdimiz vardı onunla. Dedim ki Hacı Efendi, buyur dedi. “Allah için çok seviyorum seni, hiç kimsenin sevemeyeceği kadar seviyorum. Fakat yarın hesap gününde olur ya beraber olursak sen güzel amellerinle cenneti alaya sevkedilirken ben su-i hâlimle azaba müstehak olmuş zebanilerle cehenneme sevk edilirsem bu ayrılığa nasıl dayanırım diye korkuyorum.” Böyle deyince, “bu iş aksi olursa ne olur” dedi. Dedim ki “şu beytin sahibine yemin ederim ki eğer ben rahmet-i ilahiye mazhar olursam seni de olması mümkün olmayan zebanilerin elinde görecek olursam bu beytin sahibine yemin ederim ki “yarabbi ben onsuz cennete gidemem, ya onu da al yoksa beni de onunla sevket” derim. “Ben de öyle derim” dedi sadece. Birbirimize sarılıp ağlaştık. İşte böyle de bir ahdimiz oldu, hem nerede Kabe-i Muazama’nın karşısında.
Ali Ramazan Efendi ile de 4-5 sene evvel Medine-i Münevvere’de bir umre sırasında görüştük. “Aman hocam gelemiyorum, ziyaretinize gelmemiz lazım” diye beyan ettiler. “Yarın Eken Hoca gelecek dendiği zaman babam bütün Kavacığı vazifelendirir, bütün Kavacığı temizlettirirdi.” diye anlattı. Allah kendisine selamet versin. Hizmetleri daim olsun…
Efendim, büyük bir aşka şahid oluyoruz, bu kadarını bilmiyorduk…
Allah rahmet eylesin. Kim ne derse desin, alem ne derse desin, ben Hacı Hasan Efendi’yi çok severim. Hem de kimsenin sevemeyeceği kadar çok severim. Ona kimsenin söz söylemesini arzu etmem. Bir çok hâlâtını bilirim. Kimseye de bir tek kelimeye konuşturmak istemem. Ne ona ne de ailesine hiçbirini unutmadım. Cenazesinde ben bulundum. O camiyi yaptığı zaman da onun davetiyle orada bulundum. Sohbette bulundum, çok büyük münasebetlerimiz var, o buraya geldi zaman zaman, benim fakirhanemde misafir oldu. Kimsenin o sevgiye müdahale etmesini arzu etmedim hayatım boyunca. O başka bir sevgiydi. Hala devam eder. Benim Allah dostumdu. Allâh’ın emrinden gayrı bir şeyi düşünmeyen bir veli idi. Hatta cenazesine giderken bir takım politik düşüncelerle Çarşı camiinin önünde soğuk bir havada onun tabutuna sarıldıkları bir zamanda ben sesizce cenazesini kıldım, sonra “seni gönlümce ziyaret ederim dostum, bu gösteriş içerisine giremem, sevgimi bu gösteriş içerisinde zayıflatmak istemem” dedim. Onu yolcu ettim, hiç unutmam, unutamam; O benim Allah dostum, edebiyet dostumdur. Makamı cennet olsun, dünyası oldu orası da nurla dolsun. Hacı Hasan Efendi hakkında ne söylesem benim aczimi ifade etmiş olurum, o büyük insandı inşallah yarın bu dostluğumuz edebiyyet hayatında da devam eder diye düşünürüm.
Bu dostluğun karşılıklı olduğunu, sizin de Hacı Hasan Efendimizin katında hususi bir yeriniz olduğunu anlıyoruz Efendim
Efendim, Kavacığın bir büyük havuzu var. Kavacık suyu o havuzun içine dolar aşağıdaki bağları sular. Onun üst tarafında evi vardı. İlk evi. Orda otururdu, oradan sonra inince aşağıda bir bina yapıldı oraya nakletti yine Kavacık’ta. Onun içinde bağları vardı asmaları vardı üzümleri vardı. Yukarıdaki ev yine duruyordu, orayı yeniden yaptırdı. Dostluğumuzun mertebesini herkes bilemez, oraya girdiğimiz zamanda iki giriş noktası vardı. Bir arka kapıdan misafirlerin girişi, bir de ön kapıdan ailenin girişi vardı. O meydanın içerisinde odalardan geçtikten sonra bir oyuğa girilir. Oyuğun karşısında ayrı bir oda vardı odanın üzerine “İbrahim Eken’e aittir başkası giremez” diye yazdırdı, tahsis etti hatta bütün evi Yahyalı halısı döşetmişti. Fakat bizim odamıza gelince “Olmaz onun odasına mobilya olacak” diye ilk defa evinde mobilyayı o odaya koymuştu. Allah rahmet eylesin.
Söylemek istemiyorum, yalnız Dünürleri Mehmet Efendi çok sevdiğim mübarek bir insandır, o dedi ki “Hacı Hasan Efendi’den sizin hakkınızda şöyle dediğini duydum: “İslam’ın bütün kitapları ortadan kalksa İbrahim Eken Hocam onları yeniden yazar” dedi. Bana böyle bir güveni, böyle bir itimadı vardı, tabii evdeki hâlâtı da bunu ifade ederdi, ben böyle biliyorum. Sevgimizin dayanağı ne Yahyalıydı, ne varlıktı, ne tantanaydı, ne başka bir şeydi. Bizim aramızdaki muhabbetin bir tek dayanağı vardı, o da Allah muhabbetinden kaynaklanıyordu.
Efendim, bir çok “hâl”lerine şahid oldunuz Efendimizin, bir kaç misâl istesek edebe uygun olur mu acaba?
Mana âleminde birçok noktalar var, ama o mana âlemi, ilmin gereği sahibine aittir. Çünkü o âlemdeki bilgilere ilm-i vehbî derler. İlm-i vehbi sahibine aittir, başkalarına tebliğden men olunmuştur. Çünkü insanlar bilemezler onun kıymetini, beni mazur görünüz bu noktada. Pek çok şeyleri söyleyemem. Belki hiç ayrılmadığım hâller vardır, onunla beraber olduğum şekiller vardır. Onda neler gördün neler yaptınız, neler müşahede ettiniz, diye benden sormayın; çünkü söyleyemem, o men olunmuş bir noktadır. Bunlar zamanı geldiğinde ehline bildirilir.
Efendim, himmetinizle tarihe mühim bir kayıt düşmüş olduk. Allâh razı olsun, bizlere sizİn gibi büyüklerimizin ilminden daha uzun yıllar hakkıyla beslenmek nasip etsin inşallah.
Allâh maddi manevi seyrinizi açık etsin, sorduğunuz her sualin cevabını önce kalbinizde yaşamayı sizlere nasip etsin inşallah
Yeni Dünya Dergisi Ocak 2008 sayısından alıntıdır.
-----------------------------------------------------------------------------------------ALİ ULVİ KURUCU’NUN BİR HATIRASI
1946 da Süveyş den Ciddeye kalkan vapurda, halinden muhterem bir zat olduğu belli olan Kayserili Yusuf efendi ile tanışmıştım
Kendileriyle iki günlük ahbaplığımız sırasında; “İbrahim isminde bir oğlum var, âlim olmasını, milletine ve vatanına hizmet etmesini isterim, hep öyle dua ediyorum, sizd de dua buyrun,” demişlerdi.
Onlar Cidde den Mekkeye geçtiler, bende Medine ye yolcu olmuştum.
Gel zaman git zaman 1956 da Bağdat ta okumakta olan bir Türk talebesi hacdan önce Medine ye gelmişti. Görüşüp tanışınca kendisine şöyle demiştim: Bir zamanlar Süveyşd ten Cidde ye gelen gemide Yusuf isminde Kayserili bir zat ile tanışmıştım, tanır mısın?
Babamdır, dedi. Benim için süpriz olmuştu, söyle dedim:
Demekki babanızın duası kabul oldu.
Birkaç ay Medine de kaldı ve bu kalışından çok istifade etti. Vakitlerini iyi değerlendirmek için kütüphanelerde araştırma yaptı, Saatçi Osman Efendi nin Şeyh İbrahişn Kotani nin sohbetlerinde bulunarak, ilim ve kültür hazinesini geliştirdi.
Sonraları Türkiye ye gittiğim zaman konferanslarına katıla imkânım oldu. Çok rahat konuşuyor, ruha hitap ederek dinleyenlerini mest ediyordu. Yazdığı kitaplar çok faydalı olmuştu.
1992 senesinde Kayseriye gittiğim zaman candan karşılayan kardeşlerimiz arasında kendisi de vardı.
*HATIRALAR Yazar: Sare Kurucu Sayfa: 151
------------------------------------------------------------------------------------
YAHYALI’LI HACI HASAN DİNÇ HOCA EFENDİ
Bir sohbetlerinde H. Hasan Efendi, İbrahim Eken Hoca efendi hakkında, “İlim kaybolsa hoca efendi onu yeniden yazar, onun ilmi bütün Türkiye’ye yeter. O ayaklı kütüphanedir.” diye buyururlar.
Sami E fendimiz (k.s.)in, Ashâb-ı Kiram isimli kitabı, el yazısıyla, İbrahim Eken Hoca tarafından biri kendilerine, diğeri de Üstazımız (k.s.)a sunulmuştu
--------------------------------------------------------------------------------------
İBRAHİM EKEN HOCA
Fetva sahibi değerli bir alimdi. İnsan yetiştirmeye önem verirdi. Onu rahmetle, dualarla, inanarak yakinen bildiği ebedi aleme uğurladık. Mekanı cennet olsun.
İstanbul Teknik Üniversitesi üçüncü sınıfa gelmişti. Başarılı idi. Zaten İTÜ başarılı öğrencileri alıyordu. Ama Ankara’da İlahiyat fakültesi açılmıştı. Üç yıllık tahsilini yaktı. Ankara Üniversitesi’nde İlahiyat Fakültesi açılmıştı. 1950-51 ders yılında İlahiyat Fakültesine kaydoldu.
Gençler o devirleri bilmezler. “Niçin başta İlahiyata gitmemiş de üç senesini yakmış” diye düşünebilirler. O zaman tek parti, CHP dönemiydi. İslami bir eğitim imkanı yoktu. İslam ülkelerindeki İlahiyat fakülteleri dahi yasaklıydı.
Zaten CHP giderken, son baharının sonunda, 1949’da ilahiyatı açmak zorunda kalmıştı. Öyle ki 1949-50 ders yılı için bütün fakültelerde kayıtlar bitmiş, dersler başlamıştı. Ondan sonra İlahiyat açıldı. Onun içindir ki A.Ü. İlahiyatın ilk sene öğrencilerinin yaklaşık tamamı kaydoldukları fakültelerden, mesela Hulusi Özkul Tıp’tan, Esat Kılıcer siyasaldan, Türkan Özkul hukuktan ayrılarak gelmişlerdir.
Ben, 1951’de liseyi bitirip İlahiyata kaydoldum. DP iktidarda senesini tamamlamıştı. Yurt dışında her tahsil için yine imkan vardı. Yalnız İslami tahsil imkanı yoktu. 1955’te fakülteyi bitirdim, 3 kişilik bir İspanya bursunu birincilikle kazandım. “İlahiyatçıya gerek yok” diye son gün kapıdan döndürdüler. Bugünkü İmam Hatip Liseleri düşmanlığından başörtüsü yasağına, ikna odaları ilkelliğinden Kıbrıs’taki Kur’an kursu baskınları vahşetine kadar, İslam’a karşı Siyonist bağnazlıklar aynı beyin yıkama ameliyelerinin son tortusu, curufu değil midir?
Bu gibi nedenlerle öğrenci sayımız çok azdı. İlk günden tanışmış, tam bir aile havası, kardeşliği, samimiyeti, dostluğu yaşamaya başlamıştık. İbrahim Eken rahmetli ile, Yenişehir-Kurtuluş’ta yaşlı bir karı kocanın bir odasını kiraladık. Bir ders yılımız sadece okulda değil, daha uzun zaman beraber geçti.
Babasından geniş bir İslami bilgiye sahipti. Öğrenimin ilk yılında, din görevlisi imtihanlarını bir girmeyle kazanmıştı. 1955-56 yılı Kayseri İmam Hatip Okulu’nda İbrahim beyin babası Yusuf Eken Hocaefendi ile birlikte de bir yıl öğretmenlik yaptık.
Milletvekilliğim döneminde Ankara Kenedi Caddesi’nde aynı apartmanda senelerce kapı komşusu olduk. Arkadaşlığımız kesintisiz devam etti.
Bu arkadaşlıklarda özel bir dikkat doğuran, doğurması gereken husus, İlahiyat fakültesi arkadaşlığının ayrıcalığıdır. O değerlerle kurulan arkadaşlıklar, hocalarımız dahil, hayat boyu hiç kesintiye uğramadı. En ulaşılamayanlar dahi, bir hasret ve bir sıla konusu olarak tazeliğini korudu. Ayrı ve özel bir mutluluk vesilesi oldu.
İbrahim Eken ile üç yıl kadar görüşme imkanları varken görüşemedik. Bu kesinti bakan olduğum zamandı. “Ne var, nerdesin?” diye telefonla ulaştım. “Bir şey yok. Sen eski Hasan, ben eski İbrahim’im” dedi. “O halde gel. Ben yetişemiyorum” sözüme cevabı “Senin oturduğun makamın etrafında çok görünmek. Bilmeyen, anlamayan kimseleri, hocaların ve hocalığın izzeti hakkında yanılgıya düşürebilir. Kimsenin yanılgısına ve vebale düşmesine neden olmak istemem. Oradan inince devam ederiz. Ama dostlarla hoş vakit için sakın inme. Oradaki hizmetlerin çok daha azizdir” oldu. Burada olayın öbür tarafı olarak ben de, “Asıl öyle zamanlarda gerçek dostların yakınlaşıp istişare imkanı doğurmaları lazımdır” derim. Bir kısım zancıların zannına yol açsa da.
Son görüşmemiz telefonla olmuştu. Kayseri İHO mezunlar derneği, mezunlar gününe 45 yıl önceki öğretmenlerini de davet ederek vefa örneği sergilemişlerdi. Gidemedim, telefonla aradım. İbrahim Eken’in de gelemediğini öğrenince evinden arayıp telefonla görüşmüştük.
Ailesine, dostlarına, İslam alemine başsağlığı diliyorum. Mekanı cennet olsun. HASAN AKSAY - VAKİT GAZETESİ
KURAN IN YENİDEN YORUMLANMASI
KUR'AN'IN YENİDEN YORUMLANMASI DİYE BİRŞEY OLAMAZ
İBRAHİM EKEN
Röportaj: Sedat Özgür
Soru 1: Muhterem hocam Kur'anı yeniden yorumlama Sünneti tesviye etme usulü, fıkhı yeniden kurma anlamında yenilik ve tecdid iddialarına ne diyorsunuz?
Cevap: Şimdi dikkat etmek gerekli bir nokta var hiçbir zaman Kur'anın yeniden yorumlanması diye bir şey olmaz. Sünneti düzenleme diye istikamet verme olmaz, ondan istikamet alınır. Bilmem anlatabiliyor muyum? Akıl, meselenin hakimi değil aletidir. İlmin hakimi değil hakemi olursa ilim bozulur. Onun aletidir tefsir bir metotdur, bir ilimdir. Kendi metoduyla tetkik edilir bir takım kişiler şimdi tefsir yapma iddiasında. Ben o tefsir yapan Profesör arkadaşlarla da görüştüm, iyi yaptıklarını zannediyorlar. Sebebiyse ayetleri nüzul sırasına göre tefsir diye bir icada kalkıştılar. Halbuki Mushaf tertibinde nüzul sırasıyla değil. O da tevkifi'dir, o da vahiy'dir. Vahiy'le yerine konmuştur onlar. Allah'ın vahi'yi olan bir nizami sanki tashih etmeye kalkmak akaidimiz de yanlış olur. Bilmem dikkat ediyorsunuz. Yeni bir nokta değil, ecdadın bin yılını bin küsur yılını vererek koyduğu ahkamı hiçe saymaktır. Hiç bir zaman yenilik diye bir uygulama yapılmaz, eksikler varsa tamamlanır. İlim kendinden evvel ki bir malumatı ilim haysiyetiyse nakzetmez. Ancak ilim haysiyetindeyle ikmal eder onu.
Soru 2: Merkezi ezan, vaaz ,hutbe olabilir; bunları "rejimi diyaneti despotça çalışmaya yönlendirmesi" diye yorumlayabilir miyiz?
Cevap: Ne yaparlarsa yapsınlar, bunlar sadece icdihad iddialarından ibarettir. Namazı da ilân sünnettir. Her mescit de o sünneti ilan gerekir ve sünneti kaldırmaya kimsenin hakkı yoktur.
Soru 3: Diyanet'in neşrettiği ilmihalde ve tefsirde ehl-i kitabı ma'zûr gösteren yo-rumlar var.
Cevap: Bunların hiç biri alakalı değildir ben daha başka bir nokta söyleyeceğim: Cenabı hak Hz. İsa (a.s.) Hıristiyan'ların Hz. İsa'ya olan mahabbetinden onlara bir fayda yoktur. Ama benim ona olan mahabbetimden bana fayda vardır. Sebebi ise Hıristiyanlık, Yahudilik ve önceki dinler eğer bozulmuş kitapları Papazlarının yazdıkları kitaplara İncil diyorlarsa; o Hz. İsa'nın getirdiği İncil değildir. Onun vahiyle alakası yoktur. Ama o vahiy kitabının içinde, Kur'anı hakimin beyanıyla Allah azumüşsan diyor ki, o bir vahiydir, hepsi haktır, hak olarak gönderilmiştir… Yalnız dikkat ediniz elif, lam, mim "Sana indirilenle senden evvelkilere indirenlere de inanır" diyor.Halbuki Kur'an mucizdir bu iki inanma aynı olsaydı ikisini bir kalemde Peygamberlerine indirilenlere inanın derdi. Senden evvelkilere inanır derken onun Allah kelamı olduğunu, vahiy olduğunu hak olduğunu beyan eder. Ama aynı zamanda inanmasını da farklılığı belirtmek için tekrar etmenin sebebi bu onun muciz oluşunun da alameti budur. Nedir; Hiçbir zaman onunla amelin neşedilmiş olduğuna inanmak lazım onu cari bir din gibi görmek kadar iman'dan Resulullah'ın getirdiği inanç sistemin den uzaklaşmayı tazarur edemiyorum..
Soru 4: Peki Hocam Müslüman kadın ehl-i kitapla evlenmesi
Cevap:Yok Müslüman kadın değil, erkek ehl-i kitap olan bir kadınla evlenebilir. Müslüman kadının yalnız Müslüman'la evlenmesi sahihtir öyle nikah sahih olmaz. Müçlehid'in içtihadı budur bu bir içtihad'dır. Şimdi yeni iddialar içtihad iddialarından başkası değildir. İçtihad edebilmek için o fertde içtihad kültürüne ihtiyaç vardır. Yani vahyi anlayacak kadar dinin bütün hususların da kültür sahibi olmak mecburiyetindedir. Müclehid'in kültürüne ihtiyaç vardır. İçtihad ortada kalmış demiyoruz gücü varsa içtihad edebilirsin.
Soru 5: Mut'a Nikahı olabilir mi?
Cevap: İşte bu bir felaket. O sadece şianın sadece aldatma lüzumsuz halatıdır. Allah muhafaza buyursun. Mut'a nikahını sahih olmadığını beyan eden hadis kimin rivayetidir biliyor musunuz? Hz. Ali'nin (r.a.). Ravisi Hz. Ali'dir, onun için Hz. Ali benim Alimdir şii'nin Ali'si değildir.
Yani Mut'ayı yasaklayan hadisi bize, Şiilerin aşırı bağlılık iddia ettiği zat Hz. Ali (r.a.) ulaştırmıştır.
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------